Ramazan ayı, hicrî senenin dokuzuncu ayıdır. On bir ayın sultanı olan mübarek Ramazan ayının yaklaşmış olması nedeniyle, Ramazan Oruç ve Teravih konularında bir yazı yazmayı faydalı gördük.
Arapçada “Savm” diye ifade edilen orucun kelime anlamı her hangi bir şeyden kendini tutmak demektir. Islamdaki anlamı müslüman olan birisinin Allah’a yaklaşmak niyetiyle, fecr-i sadıktan ( imsaktan) güneşin batmasına kadarki zaman süresince yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden kendini alıkoymasıdır. Ramazanda oruç ibadeti muhkem farzlardandır. Inkar eden kafir olur, tutmayan ise fasık olur.
Ramazan orucunun farz olduğu kitap, sünnet ve icma’ı ümmetle sabittir. Yani oruç tutmayı Allah (c.c) emretmiştir. Bu emir Kur’an-ı Kerimde açık bir şekilde vardır. Peygamber (s.a.v) hadisleriyle Ramazanın farz olduğunu haber vermiştir. Bir kısmına aşağıda yervereceğimiz bu hadisler bütün hadis ve fıkıh kaynaklarında vardır. Ayrıca, Peygamber (s.a.v) den günümüze kadar gelmiş geçmiş bütün islam alimleri ve bütün mezhep imamları Ramazan ayın-da, şartları tutan herkesin oruç tut-masının farz olduğu görüşünde ittifak etmişlerdir.
Bundan dolayıdır ki bütün islam alimleri, Ramazan ayında oruç tutmanın farz olduğunu inkar edenin islam dininden çıktığını söylemişlerdir. Yani bir insan, oruç diye bir ibadet yoktur dese veya oruç ibadeti vardır ama Ramazan ayında değil de Recep ayındadır, Şaban ayındadır, Muharrem ayındadır, Aşure günündedir gibi saptırmalarla orucun zamanının Ramazan-dan başka aylarda olduğunu iddia etse veya orucu hayvansal gıda almamak şeklinde yorumluyarak bir nevi perhizden ibaret olduğunu söylese islam inançlarına göre kafir sayılır. Çünkü orucun nezaman, nekadar ve nasıl tutulacağı hem Kur’an-ı Kerimle hem Hadislerle hemde islam ümmetinin icma’ı ile (ittifak ile) sabittir.
Konunun ayrıntılarına geçmeden önce oruçla ilgili bir kaç noktaya, okuyucularımızın dikkatini çekmek istiyoruz.
Ramazan orucu, Resulullah (s.a.v)’ın hicretinden bir sene sonra yani hicretin 2. Senesinin Şaban ayında ve zekattan sonra farz kılınmıştır. Ancak Ramazan orucu farz kılınmadan önce hem Mekke toplumunda hemde Medine toplumunda orucun varolduğunu görüyoruz.
Hz. Aişe (r.anha) den dedi ki: “cahiliye döneminde Kureyş halkı Aşure gününde oruç tutarlardı. Resulullah (s.a.v) da o günde oruç tutardı. Resulullah (s.av) Medineye geldiğinde hem kendisi aşure günü oruç tuttu hemde başkalarına, o günde oruç tutmalarını emretti. Ramazan orucu ile ilgili ayetler nazil olunca, Ramazan orucu farz oldu, aşure orucu ise terk edildi. Artık isteyen aşure orucunu tuttu isten tutmadı.”(1)
Ramazan orucu farz olmadan öncede oruç tutulduğuna dair sahih hadis kaynaklarında onlarca hadis olmakla birlikte, hem Mekke hemde Medine toplumundaki oruç ibadetini anlat-ması itibariyle Hz. Aişe (r.anha)nin rivayetini buraya almayı tercih ettik.
Bu rivayetten de anlaşıldığı gibi Mekke-liler, islamdan önce oruç ibadetini yapıyorlardı. Ayrıca kendilerine göre namaz da kılıyorlardı, hac da yapıyor-lardı. Kâbeye hürmet ve saygı gösteriyorlardı. Kâbenin yakı-nındaki bir meclise gelenler, önce tavaf eder sonra gider meclise otururlardı. Mekke içinde ve yaklaşık 20 kilometrelik çevresinde suç işlemenin Kâbeye saygısızlık olacağı gerekcesiyle bundan kaçını-yorlardı. Kur’an-ı Kerimde haram aylar diye adlandırılan Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarına da hürmet ederlerdi. Bu aylarda kendilerini daha çok ibadete verirlerdi.
Bütün bu yaptıklarıyla birlikte Lât, Uzzâ, Menât ve Hubel adındaki putları da severlerdi. Onların huzurlarına çıkar, saygı ve hürmetlerini arzederlerdi. Uhud savaşında, Peygamber (s.a.v) e karşı elde ettikleri kısmî zafer sonrası, Mekke ordusunun komutanı olan zat “Şanın yüce olsun ey Hubel” diyerek bu saygısını yüksek sesle ifade ediyordu. Işte bu davranışları, yukarıda adı geçen ibadetlerini ve iyiliklerini hiçe indiriyordu. Çünkü ibadet katkısız Allah için olması gerekir. Öyle olmadığı takdirde o ibadetin değeri de olmaz. Mekkenin fethinden sonra inen ve hicretin dokuzuncu yılı haccında Arafatta vakfe esnasında okumak üzere Resulullah (s.a.v) tarafında görevlendirilen Hz. Ali (r.a) nin okuduğu “Ey iman edenler! müşrikler, ancak bir pisliktirler, artık bu yıllarından sonra Mescid-i Harama yaklaşmasınlar…” (2) ayeti kerime, tevhid yani herşeyde Allah’ın birliği, tekliği ve eşsizliği inancı üzerine oturtul-mayan hiçbir ibadetin, Allah’ın nezdinde zerre kadar değeri olmadığını net bir biçimde açıklamaktadır.
Bedir savaşında müşrik ordusundan esir alınan Mekkelilerle, Resulullah (s.a.v) in yanında cihad edenler arasındaki karşılıklı konuşmada, Mekkelilerin “Siz Allah’ın bir olduğuna, öldükten sonra dirilmenin hak olduğuna ve Allah yolunda cihad etmenin farz olduğuna inanıyorsanız biz de Mekkeye gelen hacılara su dağıtıyoruz, Mescid-i Haramı imar edip bakımını yapıyoruz.” demeleri üzerine inen “Siz hacılara su dağıtma işi ile Mescid-i Haramın imarını, Allah’a ve ahiret gününe iman edipte Allah yolunda cihad eden kimselerin işi gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında bir olamazlar. Allah, zalimler topluluğuna hidayet ihsan etmez.” (3) ayeti yukardaki görüşü teyid etmektedir.
İşte görüldüğü gibi hiç bir iyi iş tevhid ölçeğindeki imanın dengi olamaz ve tevhid inancı üzerine inşa edilmeyen hiç bir amelin de Allah’ın nezdinde değeri yoktur. Öyleyse önce şek ve şüphe taşımayan katkısız imana sahip olmak, sonra salih amel yapmak Allah’ın nezdinde kıymet ifade eder. (4) Salih amelin yapılış şekli ve detayları Kur’anda, Sünnette ve fıkıh kitaplarında açıklanmıştır. Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan her iş buna dahildir. Farz ibadetlerden nafile ibadetlere kadar, insanlara iyilik etmekten bakıma muhtaç canlıları yedirip içirmeye kadar.
Medineye gelince orada yaşayan: yahudiler ve hristiyanlar, Tevrat ve Incil gibi birer semavî kitaba sahip olmaları nedeniyle kendilerini Allah’a daha yakın sayıyorlardı. Kendilerine göre ibadet vakitleri, günleri ve ayları vardı. Kur’an-ı Kerimin ifadesine göre onlara da oruç tutmak farz kılınmıştı. (5) Özellikle Aşure günü oruç tuttukları sahih kaynaklara göre kesindi, fakat Kur’an-ı Kerime ve Hz. Peygambere iman etmedikleri için yaptıkları ibadetlerin hiç bir değeri olmadığını gine Kur’an-ı Kerimden anlıyoruz. “Ey kendilerine kitap verilenler! Biz bir takım yüzleri silip arkalarına çevirmeden, yahut cumartesi ashabını lanetlediğimiz gibi onlarıda lanetlemeden önce, beraberinizde olan Tevratı (tevhid hususunda) tasdikleyici olarak bulunan Kur’an-ı Kerime iman edin. Allah’ın (azab) emri olagelmiştir.” (6) Ayeti bu konuda açıktır.
Daha önce yaşayan bazı toplulukları, yaptıkları günahlardan dolayı Allah (c.c) yüzlerini ters çevirdiğini ön görüntülerini silip yok ettiğini, cumartesi günleri için koyduğu av yasağını dinlemeyip balık avlayanları lanetlediğini hatırlatarak, o günkü yahudilere: eğer iman etmezseniz sizin de yüz simanızı değiştiririz, yahut sizi de lanetleriz diyerek uyarıyor. Zira din Allah’ındır, dilediğini emreder dilediğini yasaklar ve dilediği gibi hüküm koyar hiç kimsenin Allah’a: “Ben sana inanır ve ibadet ederim ama benim istediğim gibi” demeye hakkı yoktur. Yahudi ve hiristiyanlar Allah’ın emrettiği gibi değil de kendi işlerine geldiği gibi inanıp ibadet ettikleri için lanetlenip dalâlette yani hidayetin dışında sayılmışlardır.
Kur’an-ı Kerimde Ramazan ayı ve Oruç:
Ramazan orucunun farz olduğunu ve oruçla ilgili temel hükümleri bildiren ayet-i kerimeler Bakara süresinin 183-187 ayetleridir. Bu ayetlerde Cenabu Hak şöyle buyuruyor:
183- Ey Iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi sizin üzerinize de oruç farz kılındı.Gerek ki oruç sayesinde fenalıklardan koruna-sınız.
184- O, size farz kılınan oruç, sayılı günlerdir. O günlerde sizden kim hasta, yahut seferde olur da iftar ederse, tutamadığı günler sayısınca sıhhat bulduğu ve rahat ettiği başka günlerde oruc tutar. Fazla ihtiyarlık ve devamlı hastalık gibi sebeplerle oruç tutmaya güç yetiremeyenler üzerine bir yoksul doyuracak kadar fidye vermek lazımdır. Bununla beraber kim fidyeyi çok verir, yahut hem oruç tutar, hem de fidye verirse onun için daha hayırlı olur. Size seferde orucu bozmak ve yaşlı halinizde fidye vermek izni verilmişken yine oruç tutsanız hakkınızda hayırlıdır, eğer orucun faziletini bilirseniz.
185- O sayılı günler ramazan ayıdır ki, Kur’an o ay içinde indirilmiştir. O Kur’an, insanları hakka ulaştırır, helal ile haramda ve din hükümlerinde hakkı batıldan ayırır. Sizden her kim Ramazan ayında hazır bulunursa o ayı oruç tutsun, kim hasta olur yahut seferde bulu-nursa, oruç tutamadığı günler sayısınca sihhat ve ikamet halinde orucunu kaza etsin, Allah size kolaylık diler, size güçlük dilemez; hem buyuruyorki, kaza borcunuzu tamamlayasanız da size hidayet ettiği şekilde Allah’ı tekbir ile yücelteseniz, gerekki şükredersiniz.
186- (Ey Resûlüm) kullarım sana benden sorarlarsa, muhakkakki ben çok yakınımdır, bana düa edince, düa edenin düasını kabul ederim. O halde onlarda benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola ulaşmış olsunlar.
187- Oruç gecesi, kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı. Onlar, sizin için fenalığa karşı koruyucu bir elbise ve siz de onlar için koruyucu bir elbise gibisiniz. Allah, nefislerinize emniyet edemeyeceğinizi bildiği için, üzerinize rahmeti ile ihsan edip günahınızı affetti. Şimdi hanımlarınıza gecelerde mübaşerette (yaklaşmada) bulunun ve Allah’ın sizler için mübah takdir ettiği üremeyi isteyin; ve gece ile gündüzü ayıran fecrin (sabahın) beyaz ipliği, gecenin siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar yigin, için. Sonra ertesi geceye kadar orucu tam tutun. Siz ibadet için mescidlere kapanıp itikaf halinde iken geceleri de hanımlarınıza yaklaşmayın. Bu hükümler Allah’ın (yasak) sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Işte Allah ayetlerini böylece insanlara açıklarki, sakınıp korunsunlar.
Resulullah (s.a.v)’in Sünnetinde Ramazan ve Oruç:
Ibn-i Hibbanın Selman (r.a) dan rivayetine göre Resulullah (s.a.v) Şaban ayının son gününde hütbe irad etti ve şöyle dedi: “Ey insanlar! Büyük ve mübarek bir ay sizi gölgeledi. Öyle bir ayki bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesi o aydadır. Yine öyle bir ayki, Allah (c.c) gündüz-lerinde oruç tutmayı farz kıldı, gecelerinde teravih namazı kılmayı nafile kıldı. Kim bu ayda hayırlı bir işle Allah’a yaklaşırsa başka aylarda bir farz edâ etmiş gibi olur. Kim bu ayda farz olan bir ibadeti yerine getirirse başka zamanda yetmiş farz yerine getirmiş gibi sayılır. Bu ay sabır ayıdır. Sabrın karşılığı cennetir…”(7)
Ebu Hureyre (r.a)den: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Mübarek bir ay olan ramazan ayı size geldi. Aziz ve Celil olan Allah, bu ayın orucunu tutmayı sizin üzerinize farz kıldı. Bu ayda (ibadetlerin yükselmesi için) göğün kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır. Şer yapmaya meyilli, güçlü şeytanlar zincire vurulur. Allah’ın (c.c) bu ayda öyle bir gecesi vardır ki o bin aydan daha hayırlıdır. Kim bu gecenin hayrından mahrum olursa o gerçekten (Bir çok hayırdan) mahrumdur. (8)
Başka bir rivayette: Resulullah (s.a.v) Ramazan ayını zikretti ve şöyle buyurdu: O öyle bir aydır ki, Allah (c.c) gündüzünü oruç tutmayı üzerinize farz kıldı, gecelerinde de teravih namazını kılma-nızı ben sizin için sünnet kıldım. Kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak gündüzünü oruç tutar gecesini de teravih namazı ile ihya ederse, anasından doğduğu gün gibi günahlarından çıkar.(9)
Teravih Namazı:
Ramazan ayında yapılması teşvik edilen ibadetlerden birisi de teravih namazıdır. Teravih namazı yirmi rek’atlı, on selamlı beş tervihalı (dinlenmeli) bir namazdır. (10) Bu namaz hem erkekler için hemde hanımlar için müekked sünnettir. Ayrıca cemaatla kılınması da sünnettir. Camiye gidemeyenler evlerinde aileleriyle birlikte cemaat halinde teravih namazını kılabilirler. Evlerinde de cemaatle kılma imkanı olmayanlar kendi başlarına yatsı namazının farzı ve sünnetini kıldıktan sonra, vitir namazından önce teravih namazını kılarak bu sünneti yerine getirirler ve teravihin sevabını kazanırlar. Bilhassa küçük çocuklarını bırakacak birini bulamayan kanımlar, evlerinde kendi başlarına teravih kılarlarsa bu sevaba fazlasıyla nail olurlar.
Bu konuda ebu Hureyre (r.a) şöyle nakletti: Resulullah (s.a.v) Ramazan gecelerinde, zorunlu bir şekilde emretmeden teravih namazı kılmaya teşvik eder ve şöyle derdi: “Kim iman ederek ve sevabını da Allah’tan bekleyerek Ramazan gecelerinde kaim olurda teravih namazını kılarsa daha evvel yaptığı günahlar bağışlanır.”(11)
Hz. Aişe (r.anha) den: Resulullah (s.a.v) bir akşam geceleyin mescide çıktı ve namaz kıldı. Orada bulunan kişiler de ona uyarak kıldılar. Sabahleyin bunu başkalarına anlattılar. Ikinci gece daha çok insan toplandı. Onlarla birlikte gine namaz kıldı. Sabahleyin bunlarda başkalarına anlattılar. Üçüncü gece insanlar daha da çoğaldı. Resulullah (s.a.v) çıktı ve namaza durdu. Insanlar da ona uyarak kıldılar. Dördüncü gece olduğunda, cemaati almaktan mescid aciz oldu yani dar geldi.
Bu gece Resulullah (s.a.v) sabah namazına çıktı (Yani teravih kıldırmadı.) Sabah namazını bitirdikten sonra insanlra dönerek oturdu ve şöyle dedi: sizin durumunuz bana gizli olmadı (yani mescidde toplanmanızdan haberim vardı) lakin üzerinize farz olurda yapamazsınız diye korktum. Resulullah (s.a.v) vefat ettiğinde durum aynen böyleydi. (12)
Görüldüğü gibi resulullah (s.a.v) birkaç gece teravih namazı kıldırmış daha sonra farz olur korkusu ile devam ettirmemiş ancak kendi başlarına kılmaları için insanları teşvik etmiştir.
Gine Hz. Aişe (r.anha): Resulullah (s.a.v)’ın teravih namazını kılma şeklini anlatırken “nekadar uzun, nekadar güzel kıldığını sorma”(13) diyerek bu namazı hem uzun hem de güzel kıldığını nakletmektedir. Dolayısıyla ister camide ister evde, ister cemaatle isterse kendi başına teravih namazını, diğer namazlarda olduğu gibi tadili erkana uyarak kılmak gerekir. Fatiha ve zammi süre okurken bütün tecvid kaidelerine uyarak okumak farzdır. Dolayısıyla çabuk okuyayım diye harflerin mahreçlerini, sıfatlarını terketmek yoktur.
Bazılarının yaptığı gibi, ne okuduğu ve ne yaptığı anlaşılmayacak biçimde teravih namazı kılmaya hiç bir kitapta müsade edilmemektedir. Öyleyse böyle bir namaz islam dininde yoktur. Bizim ülkemizin insanlarından başka-sında da böyle bir namaz görülmemektedir. Bizim ülkemizde de bunu kimin nezaman başlattığı bilinmemek-tedir. Imamlık yapan kardeşlerimizden ve cemaatımızdan bu konuda daha hassas olmalarını, hadis kitaplarında ve fıkıh kitaplarında anlatılan şekle uymalarını tavsiye ederiz. Zira teravih namazının kılınışı fıkıh kitaplarında şöyle anlatılmaktadır: “en faziletlisi, teravih namazı gecenin çoğunu kapsayacak uzunlukta olmasıdır. Çünkü o, gece namazıdır. Teravihte sünnet olan, Kur’an-ı Kerimi bir kere hatmetmektir. Ebu Hanifenin, Ramazan boyu Kur’an-ı Kerimi hatmetmiş olabilmek için her rek’atta on ayet okur dediği nakledilmiştir. Zamanımızda efdal olan ise, insanları cemaattan nefret ettirmeyecek miktarda okumaktır.” (14)
Ramazanınız mübarek, oruç ve teravihleriniz makbul olsun…
Dipnotlar:
(1)Buhari Tefsirul Kur’an nr.4144, Müslim oruç nr.1897, Tirmizi oruç nr.684, Ebu Davud nr.2086
(2)Tevbe Süresi 28
(3)Tevbe Süresi 19
(4) Not:Burada “iyi iş” değilde (salih amel) diyoruz. Çünkü bu Kur’an-ı Kerimde geçen özel bir kavramdır.
(5) Bkz.Bakara süresi 183
(6) Nisa süresi 47 Not: “Yahudi ve hristiyanlar Kur’ana ve Hz. Peygambere iman etmek zorunda değildirler, kendi dinlerinin gereğini yaparlarsa cennete gireceklerdir.” Diyen ve bu ayeti görmezlikten gelenlerin burnu yerde sürünsün.
(7) Ahmet Isa Aşur el Fıkh el Müyesser cilt.1 s.160-165
(8)Nesei-Savm 2079, Buhari-Savm 1765-1766, Müslim-Savm 1793
(9)Ibn-i Mace salat 1318, Nesei oruç 2179-2180
(10)Abdullah b.Mahmud el Mavsilî, el Ihtiyar cilt:1 s. 68-69, çağrı y. 1984 Ist.
(11)Muhammed b. Abdullah el Hatip et-Tebrizî, Mişkât el-Mesabî cilt1 s.405, Beyrut 1985
(12)Buhari – teravih nr. 1873
(13)Buhari – Teravih nr.1874, Müslim Salat el-Müsafir nr. 1220, Tirmizi- salat nr.403
Not:Hz. Aişe (r.anha)’nin rivayet ettiği bu hadiste Peygamber efendimizin, teravih namazlarını 11 rek’at olarak kıldığı geçmektedir. Başka rivayetlerde sekiz, bazılarında da 20 rek’at olarak geçmektedir. Hanefiler başta olmak üzere bazı mezhep imamları 20 rek’ata karar kılmışlardır. Ancak çok çabuk kılarak teravihi namaz olmaktan çıkarmaktansa daha az rek’atlı fakat doğru kılmak daha iyidir.
(14)el-Ihtiyar 69-70